9 Ocak 2014 Perşembe

Ortadoğu ve su potansiyeli




Mezopotamya, Fırat ve Dicle'nin yeşerttiği cennet bahçeleri, bereketli insanlık beşiği olmuş kutsal topraklar. Bu bölge de tarih boyunca su için bir çok savaşlar olmuş. En son örneği 1967 Arap-Israil savaşı Israil'in saldırganlığının nedeni su kaynaklarına ulaşmaktır. Doğal olarak su sıkıntısının hakim olduğu Ortadoğu'da mevcut akarsuların bir kaç devletten geçmesi yani uluslararası su olma özelliğini taşımaları ve yeraltı su kaynaklarının önemli bir kısmının da yenilenemez oluşu bölgede su savaşlarına neden olmaktadır. Irmakların sulayarak geçtiği ülkelerin pekçoğu Mısır, Suriye, Irak, Filistin gibi bu ırmakların sahibi değil, alt kısımda kıyısı olan ülkelerdir.

Irmağın tamanına sahip olmamak, alt kıyıdaş olmak, yukarıda bulunan devletlerin suyu kontrol etme ve bölge devletlerine karşı bir koz olarak kullanma tavrı bölgede suya bağlı tansiyonu artıran etken konumundadır. Bu nedenle bölgede daha önce de belirttiğimiz gibi çeşitli su kaynağı arayışları vardır. Deniz suyu arıtma tesisleri petrolden elde edilen enerjiye dayandıklarından bu arıtma ünitelerinde üretim pahalıya olmaktadır. Bu alternatifi petrol kaynağı açısından zengin olan Arap ülkelerinin tercihi olmaktadır. (Suudi Arabistan- Kuveyt gibi) Bu arayışlardan bir diğeri de Libya'nın güneyinde bulunan yeraltı su deposunu yeryüzüne çıkaracak yapay ırmak yapma girişimidir. Bölgede dışarıdan su satın alma da arayışlardan bir diğeridir.

Türkiye bölgeyi kontrol etmek maksadı ile sürekli dış politikasında suyu bir koz olarak kullanmaktadır. "Suya hakim olma ve potansiyel ortakları bir şekilde saf dışı etme çabaları da gündeme gelmekte ve savaşlar veya sorunlar da buradan kaynaklanmaktadır. Arap- Israil sorunu bölgedeki su sorununun çok önemli bir boyutunu oluşturur. Nitekim sadece Ürdün veya Litani Irmakları değil, Filistin'e görece uzak olan Dicle, Fırat ve Nil ırmakları da zaman zaman Ortadoğu barış görüşmeleri çerçevesinde ele alınmaktadır. Diğer yandan bölge dışı ülkeler ve çıkarlarınını bölge içi politikalara ve su sorununa etkisi de açıktır." (Ortadoğuda su sorunu-Erdem Denk Özgür Üniversite Forumu)

Hayati öneme sahip suyun mülkiyeti esas olarak devletlere aittir. Su kaynakları devletin mülkiyetinde olduğu için, enerji sağlayacak barajların yapımına ve yer seçimine devlet karar vermektedir. Bu da büyük baraj inşaatları sırasında pek çok yerleşim yerinin yok olup pek çok sayıda insanın doğup büyüdüğü toprakları, terketmesine, geçmişi ile tüm bağlantının kopmasına neden olmaktadır. Ortadoğu'nun su konusunda sergilediği tablo gerçekten dünyada eşine rastlanmayan bir durum arzetmektedir. Bölgedeki ülkeler arasında su kaynaklarına sahip olma anlamında aşağıda verilen tablo bizlere bu dengesizliği çarpıcı bir biçimde izah etmeye yetecektir. (Grafik 1)

Tabloda da görüldüğü gibi Türkiye su kaynakları açısından kişi başına 4500 m3 yıllık su potansiyeli ile bölgenin su kralıdır. Irak 4400m3 ile Türkiye'yi izlemektedir. Lübnan 3000 m3 ile 3. Suriye ise 1300 m3 ile 4. olup en fakir ülke yıllık 163 m3 ile Batı-Şeria ve Gazze Filistin Özerk yönetimidir.

Kaynak ile kullanım aynı anlama gelmemektedir. Türkiye bu kaynağın % 12 sini kullanmaktadır. Lübnan %16'sını Suriye %22, Ürdün %41, Irak %43, Mısır%97, Israil % 115'tir. Israil su kaynaklarının tamamını kullanmasına rağman tüketimini karşılayamadığı için deniz suyundan arıtarak kullandığı için rakam buradadır. Israil 'in su tüketimi 2.5 milyar m3'dür. Bunun 1.7 milyar m3 işgal ettiği topraklardan kalan 800 milyon m3'ü de dışarıdan karşılanmaktadır.

Dünya nüfusunun %40'ının yaşadığı 250 ırmak havzası su anlaşmazlıkları ve su savaşlarına konu olmaktadır. 140 milyon nüfusu ve 370 bin km3'lük su kaynağı ile bölgemiz Ortadoğu dünyanın su konusundaki en sorunlu bölgesidir. Bölgedeki başlıca uluslararası ırmaklar Fırat, Dicle, (Kürdistan, Suriye, Irak), Nil (Mısır, Sudan, Etiopya, Brundi, Runda, Uganda, Kongo, Tanzanya, Orta Afrika), Ganj (Hindistan, Bangladeş, Kolorado, (ABD, Meksika) Ürdün ırmağı (Ürdün, Suriye Israil, Lübnan) Tuna (Almanya, Slovakya, Macaristan, Eski Yugoslavya, Romanya) Ren'dir (Almanya, Fransa).

Ortadoğu'yu ilgilendiren nehirlerin özelliklerine bir göz atarsak;

Fırat

Kürdistan coğrafyasında, Aras dağlarından doğup Suriye'ye geçerek, Irak'a gitmektedir. Bağdat ve Basra körfezi arasında Şattül Arap bölgesinde Dicle ile birleşerek Şattül Arap adını alarak Basra körfezine dökülür. 2.315 km uzunluğundadır, bu uzunluğun 400 km'lik kısmı Kürdistan sınırlarından, 475 km'si Suriye'den 1440 km'si Iraktan geçmekte ve geniş bir yüzeyi "tarım havzası" olarak sulamakta, hayat vermektedir. Fıratın suları ile hayat bulan toprak miktarı 444 000 km2'lik bir alandır. Ki biz bu alanı Bulgaristan'ın 4 kat büyüklüğü diyerek daha net ifade edebiliriz.

Bu 444 000 km2'lik Fırat'ın suladığı alanın; Türkiye %28'ine yani 124. 320 km2'lik alana sahiptir. Suriye %17'sine yani 75.480 km2'lik alana sahiptir. Irak %40 ile177.000 km2'lik alana sahiptir. Suudi Arabistan %15'lik ile 66 000 km2 lik alana sahiptir. Arabistan, Fırat ve Dicle'ye açılan bir nehir vasıtasıyla Fırat sulama havzasına dahil edilmektedir (Habib Ayeb "Leau au Proche Orıent).

Fırat nehrinin debisi 31.8 milyar m3'dür. Mezopotamya'nın en büyük akarsuyu olan Fırat, Karasu ve Murat'ın birleşmesi ile oluşur. Keban barajı gölüne ulaşır. Kuruçay, Tahma suyunu alır. Karakaya barajından sonra bazı küçük akarsularla beslenir. Atatürk barajından geçip- Kahta Çayı, Göksu, Nizip çayını alır. Sacir suyuda Kürdistan'dan çıkıp Suriye'de Fırat'a karışır.

Urfa'dan Belih suyu, Mardin'den de Habur Çayı ile Suriye'de birleşir. Dicle'yle birleşmeden önce bir çok kola ayrılarak bataklıklar göller oluşur. Fırat nehri üzerinde eskiden Birecik ile Basra arasında gemi ulaşımı yapılmaktaydı. MÖ. 3000 yıllarında ırmağın kenarlarında yapılmış sulama kanalları bulunmuştur. Yeryüzünün sulama yapılan en eski nehridir Fırat.

Dicle

1900 km uzunluğunda olup 47-50 milyar m3 arasında bir debiye sahiptir. Bu rakamın değişir olmasının sebebi yıllık yağışlardır. Nehrin 523 Km'lik kısmı Türkiye sınırları içindedir. Irmağın başı Ergani yada Maden suyu adıyla bilinir. Diyarbakır'a ulaşmadan Devegeçidi (Furtakşo) suyunu alır. Deve geçidi barajından sonra Yenice ve Karasu, Ambar, Göksu, Aşağı Hanik, Kuruçayı alır. Batman Garzan, Botan çayları ile iyice güçlenen nehir, Hakkari'den gelen Büyük Zap, Iran Kürdistan'ından gelen Küçük Zap ile birleşerek Fırat ile birleşir. Kürdistan'da doğar, tüm kaynaklarını Kürdistan'dan alır. Kürdistan'ı boydan boya kateder, aslında bir iç nehirdir. Ancak Kürdistan'ın paylaşılmışlığı nedeniyle uluslararası su kapsamındadır.

Dicle ırmağı havzasının %12'sini Türkiye'de (38.280km2) %0,2 si Suriye'de, %54'ü Irak'ta (172260 km2), %34'ü Iran ve diğer ülkelerdedir (108.460km2) dir. Diclenin toplam sulama havzası 319 000 km2'dir. Yani bir Almanya büyüklüğündeki toprağı sulama kapasitesi vardır.

Dicle’nin elinden Fırat’ı kurtarmak



Sınırlarını Dicle ve Fırat’ın tayin ettiği Mezopotamya, en eski medeniyet havzalarından birisidir. Dağı, ovası ve nehirleriyle Coğrafi yapı, ferdin ve toplumun üzerinde doğrudan ve doğal bir tesire sahiptir. Hatta bu yönde coğrafi isimlerin bile olumlu veya olumsuz bir çağrışımı söz konusudur.

Dicle ile Fırat aynı havzadan beslenen iki nehirdir. Önce ayrılır, uzun bir yol aldıktan sonra tekrar bir olurlar. İsimlerinin kökleri farklı dillere dayanabilir ama Arapça manalarıyla Dicle ve Fırat farklı anlam ve karakterler taşır.
Sözlük olarak Fırat, tamamen olumlu ve hoş bir mana ifade eder. Buna mukabil Dicle’nin bütün anlamları olumsuz ve iticidir. Buna göre Fırat; tatlı ve lezzetli su, sükunet, refah, bolluk ve bereket manasındadır. Allah(c.c) şöyle buyurur; “Yeryüzünde haşmetli dağlar yarattık, sizlere tatlı-fırat sular içirdik…”(Murselat:27)buyurur.
Öte yandan sözlük olarak tamamen olumsuz bir mana ifade eden Dicle; Taşkınlık, çekişme, yeri ve hakikati örtme gibi manalara gelir.

Mezopotamya’da olan bu iki nehrin isimlerinin tamamen iki zıt anlama sahip olması tesadüf değildir. Buna zıtlıkların imtizacı denebilir. Ya da bu, bir denge olayı olarak nitelendirilebilir.
Fırat ve Dicle iki farklı karakteri temsil eder. İkisi aynı havzadan çıkar ve sonunda birleşir. Bu, insanın ve de toplumun tabiatına dair latif bir mesaj verir. Buna göre eğer Dicle’nin mücadeleciliği, taşkınlığı ve düzensizliği, Fırat’ın düzenli rejimi ve tatlılığıyla dengelenmezse ortaya asilik ve katılık çıkar.

Dicle ve deccal aynı köktendir. Dicle’ye bu isim taşarak yeri örttüğü; Deccale de hakikati gizleyerek kendisine sahte vasıflar verdiği için bu isim verilmiştir. Deccal, güçlüdür. Heybetlidir. Zorludur fakat bütün bu vasıfları hakiki değildir. Çünkü Deccal Fırat’tan mahrumdur. Yani tatlı yönü, güzel yönü yoktur. Sadece korkutur ve kandırır. Oysa insanın tabiatı zıtların dengelenmesi üzere şekillenmiştir. Eğer insan Fırat ile Dicle’nin toplamı olursa medeniyet inşa eder.
Peygamber(sav); “Kıyametin bir alameti olarak Fırat, altın bir dağın içinde sıkışacak ve orda insanlar büyük bir savaşa tutuşacak…” buyurmuştur. Fırat’ın sıkışması, insanların tabiatının Dicle’den ibaret kalması anlamına gelir. Yani Fırat’ın altın bir dağ içinde sıkışması demek, Allah bilir ya adaletin ve vicdanın insanların hırsı ve dünya sevgileri içinde kaybolması demektir. Buna göre Fırat sıkıştığında insanların gözü dönecek. Geriye sadece Dicle kalacak. Taşkınlık, gözü kararmışlık kalacak. Deccal kalacak. İlginçtir, Deccalın bir anlamı “tenekeyi altın suyuna batırarak bunu altın gösteren” manasındadır. Demek ki, Fırat’ın altın bir dağın içinde sıkışması, insanların sahtekarlığın ve deccal’ın vasıflarının içinde sıkışmasıdır. Yani Fırat sıkıştığında geriye insanların taşkınlığı nefreti ve deccallıkları kalır. Buradan anlaşılıyor ki insanların akıllanıp kıyam etmeleri, ayağa kalkmaları ancak bu durumdan sonra olacaktır. Kıyamet, insanların gafletten uyanarak ayağa kalkmaları, hakikati görmeleridir. İlla bunu kainatın kıyameti diye anlamak gerekmez. Kıyameti, kıyam ve gafletten uyanmak olarak da anlamak mümkündür.

Hz. Ömer(r.a); “Dicle kıyısında kurt bir koyunu kapacak olursa bundan ben sorumluyum” buyurmuştur. İlginçtir, Hz. Ömer(r.a) burada Fırat’ı değil, Dicle’yi zikretmiştir. Bu da Dicle’nin tabiatına yönelik ince bir mesajdır. Demek ki taşkınlık ve zulüm insanın Dicle’den ibaret kalmasıyla zirve yapar. Kurt, koyunu Fırat’ın kenarında değil, Dicle’nin kenarında kapar. Çünkü Fırat’ın tabiatı buna izin vermez. Ama Dicle’nin tabiatı buna izin verir.

Bugün coğrafyamızda cereyan eden olayların sebebi, insanların Dicle’den ibaret kalmasıdır. Fırat sıkışırsa insanlar birbirini kıyımdan geçirir. Bu ülkede Dicle’yi Fırat’la dengeleyecek bir harekete ihtiyaç vardır. Fırat’ı altın dağdan kurtaracak böylece yeniden akmasını sağlayacak bir harekete ihtiyaç vardır. Dicle’nin kenarında koyunun güven içinde otlayacağı bir harekete ihtiyaç vardır. Hiç şüphesiz Mustaz’aflar Hareketi, böyle zor ve kutsal bir hedef için yola çıkmıştır. Mustaz’aflar hareketi, Türküyle Kürdüyle Ülkedeki herkesi Dicle’ye mahkum olmaktan kurtarmaya çalışıyor. Bunu yaparken birileri, Mustaz’aflar Hareketini Fırat’ı bırakıp sadece Dicle’yi sahiplenmeye davet ediyor.

Kürd Halkının fıtratı; Dicle ve Fırat’la yoğrulmuştur. Dicle, Kürd Halkının bedeni; Fırat ise onun ruhudur, değerleridir. Birileri ısrarla ve inatla Kürd Halkını Dicleye mahkum etmeye çalışıyor. Bunlar, Kürd Halkının hayrını istemeyenlerdir. Onu medeniyetinden koparmaya çalışanlardır. Mustaz’aflar Hareketi altın bir dağın içinde sıkışmış olan Fırat’ı kurtarmak ve hem Türk hem de Kürd Halkının Dicle’ye mahkum olmasını önlemek için yola çıkmıştır.
Fıtratındaki Fırat ile Dicle’yi dengeleyen ve deccal ile mücadele eden Müslümanlara selam olsun.